29 Ocak 2013 Salı

#COUNTONKOBE

Nike'ın son Kobe reklamını izlediniz mi? İzleyin. Kobe Bryant reklamı olmasından bağımsız (yalan) Nike'ın en iyi reklamı olabilir.



Bu da reklamdaki metin, muazzam.


“This is how the world works. The sun shines. The grass grows. Kobe Bryant arrives to practice at 3. The other three. Chickens bock, bock, bock. Broccoli can fight cancer. Rice provides energy. Kobe eats rice, broccoli, chicken and the world turns.
“Earthquakes shake, bakers bake, Kobe Bryant shakes and bakes defenders. Philosophers ponder existence, scholars read, Kobe Bryant takes everyone to school. Rain falls, waterfalls dump water, Kobe owns the bucket, that bucket. Snakes are light, low and fast.
“Kobe’s shoes are like snakes. Bees sting when threatened. Kobe Bryant is never threatened. Best is ahead of better. The basket is ahead of the ball. Kobe is light years ahead of them all. This is the way it was, this is the way it is, this is the way it will be.”

28 Ocak 2013 Pazartesi

Uykusuz Her Gece #4

  • İlk olarak haftanın en kötü haberiyle başlamak gerek. Rondo büyük ihtimalle sezonu kapattı sakatlık nedeniyle. Geçen yıl Rose, Rubio'nun yaşadığı sakatlığın benzeri, hatta aynısı, o yüzden sezonun geri kalanını geçtim, gelecek sezon Kasım - Aralık gibi basketbol oynayabilecek. 
  • Dün Rondo'nun sezonu kapattığı haberi düştüğünde Boston evinde Miami ile oynuyordu. Doc Rivers ve seyircilerin haberi olmasına rağmen oyuncuların yoktu. Şu da maç sonu haberi öğrenen Pierce'ın tepkisi.
  • Geçen hafta açıklanan All-Star ilk 5'lerinden sonra yedek takımlar da belli oldu. Doğu'da ilk 5 çıkacak Rondo'nun dünkü sakatlığından sonra onun yerine NBA yönetimi bir kişiyi daha ekleyecek Doğu kadrosuna. Benim için Doğu'da ve Batı'da dışarıda kalan birer adam var hak etmesine rağmen. Josh Smith ve S. Curry. Özellikle Curry'nin seçilmemesi çok büyük haksızlık.
               Batı: Duncan, Lee, Aldridge, Westbrook, Harden, Randolph, Parker.
               Doğu: George, Holiday, Chandler, Noah, Deng, Bosh, Irving.
  • New Orleans Hornets gelecek sezon New Orleans Pelicans oluyor. Bu da logoları. Pelikan komik bir hayvan olduğu için hafif vahşi bir pelikan yapmışlar, iyi de yapmışlar.
  • Memphis - Cleveland arasında da ufak çaplı bir takas oldu. Memphis Ellington, Speights'in karşılığında Leuer'i aldı. Bu rotasyon, pozisyondan ziyade maddi açıdan önemli bir takastı Memphis için. NBA'in en küçük pazarlarından biri oldukları için şimdiden bütçeyi rahatlatmaya çalışıyorlar. Tabii Batı'da zirveye oynadıkları sezonda benchin önemli elemanlarından ikisini vermek zorunda kalmaları üzücü.
  • Bir de iyi haber verelim, Derrick Rose dönüyor. En geç All-Star arasından sonra, yani 2 haftaya kadar Rose'u yine izleyebileceğiz. 
İLK 5
         

Kyrie Irving... Cavs bu hafta 3 maça çıktı ve 3'ünü de kazandılar. Tabii 35 - 4 - 4 ortalamalarıyla oynayan Irving de başroldeydi. İnanılmaz bir yetenek, ligin elit guardları arasına girdi 1,5 yılda.


Kevin Durant... Haftayı 31 sayı 6 ribaund 6 asist ortalamalarıyla kapattı. Her maç 30 atmayı geçtiğimiz yıllarda da yapıyordu ama bu sene üstüne asisti de ekledi.


Carmelo Anthony... Haftayı şut yüzdesi düşük de olsa 31 sayı 6,5 ribaund ile kapattı. Daha dün gece 42 sayı attı.


Lebron James... 29 sayı 11 ribaund 8 asist. Lebron için küçük insanlık için büyük bir istatistik.


Ersan İlyasova... Sezon başından beri uyuyan Ersan kendine geldi. 25 sayı 11 ribaund'la oynadı bu hafta. Şut yüzdesi vs. her şeyi arttı. Aldığı sözleşmenin baskısından da kurtulmuş gözüküyor. Hiç bozmasın...

Çaylak


Damian Lillard... Her hafta olduğu gibi. Kısıtlı Portland kadrosunu playoff potasında tutmayı başardı şu ana kadar Batum ve Aldridge ile birlikte. Çaylak sezonunda bu sorumluluk, büyük iş.

Takım



Duncan - Popovic'siz oynadıkları bu haftayı da mağlup olmadan geçtiler. Ligle dalga geçiyor adamlar...

27 Ocak 2013 Pazar

Gencolar Sixtape #3


Cumartesi olarak ayarladığımız bu seri bir kez daha gününden saptı. Bunun için size açıklama yapacak değilim. Malumunuz Farük nasıl insanlar olduğumuzu anlatan bir yazı yazmıştı.

Bilerek ve isteyerek bugüne kadar paylaşmadığım Mumford ve Oğlanları'nı kendi yazı günüme bırakabildiğim için çok mutluyum. Yaklaşık iki sene önce bir radyo programanı dinlerken tanışmıştım kendileriyle. Kimseye çaktırmadan dinlemeye başladım. Dinlediğim şeylerin fazla yayılmasını sevmiyorum. Lisede Sagopa bu kadar yayıldığı için bugünlere geldim mesela. Bir gün Farük'ün de Mumford paylaştığını görünce artık zamanı gelmiş dedim. Hayatımızın her şekilde kesiştiğini göz önüne aldığımızda, hiç konuşmadan bu oğlanları sevmemize de şaşırmadım -İzmir kızları, selamlar!-. Ara sıra favori şarkılarımızı özel mesajlarla gönderip birbirimize yürüdükten sonra artık tüm şarkılarını hatim ettiğimi söyleyebilirim.

Tüm şarkıları ayrı keyif olmakla birlikte içinde bulunduğum ruh haline en çok uyanı seçtim. Göz yaşları olmayan bir zamandan ve tekrar sevmekten bahsetmişler. Korkularınızı atın falan diyorlar. Bu çocukların bir bildiği vardır. Umutlu erkek seven kızlar..

Gencoların şarkıları hakkında fazla yorum yapmıyorum. Klişe sıralamasına göre bir liste yaptım. Herkes gereken mesajları alsın. Çirkinlik benim işim.




Eren: Mumford and Sons - After The Storm
Faruk: Piston - Adanalı
Ege: Depeche Mode - Walking İn My Shoes
Doğuş: Lana Del Rey - Dark Paradise
İbrahim: Kings of Leon - Closer
Buğra: Red Hot Chili Peppers - Snow

26 Ocak 2013 Cumartesi

Lakers Gündemi #3


Geçtiğimiz günlerde söz verdiğimiz gibi Lakers yazısıyla karşınızdayız. Hazır son maçların çoğunu izlemişken de bana kaldı yazı. Malumunuz Lakers'ta işler hiç yolunda gitmiyor ve şampiyonluk hedeflenen bu sezonda play-off dışı kalma ihtimalimiz kuvvetle muhtemel. Peki neden böyle oldu?

Aslında bu sorunun cevaplarını önceki yazılarımızda da vermiştik. Değişen pek bir şey yok. Birlikte oynamaktan pek de zevk almıyor gibi duran, savunmayla yakından uzaktan ilgisi olmayan ve bitse de gitsek havasındaki bu takımın şu hali hepimize acı veriyor. Lakers en kolay gözüken maçlarda bile rakibe teslim oldu ve şu an 18-25'lik çok kötü bir dereceye sahip. 2012'nin sonlarına doğru olumlu sinyaller vermiştik aslında. Özellikle Staples Center'da kazanılan Knicks maçı sonrasında "İşte şimdi geliyoruz." yorumlarını yaptık. Fakat 2013 facia geçiyor bizim için.  3-10'luk derecemiz var 2013'te ve çatlaklar iyice belirginleşmeye başladı.

Baştan başlayalım. Koç D'Antoni'ye karşı Gencolar'da Eren'le benim tavrımız malumdu. Şu ana kadar D'Antoni'nin yapmasını beklediğim her şeyle ne yazık ki karşılaştık. Takımın kontrolünü kaybetmiş gibi gözüküyor. Bu kadar büyük egoları idare etmek büyük iş. Onun altından kalkabileceği bir iş değildi nitekim şu ana kadar da bana göre kalkamadı. Savunma performansımız giderek düşüyor ve hatta dibe vurdu. Hemen her takımdan 100+ yeme potansiyeline sahibiz. Burada tabii ki oyuncuların da suçu büyük ancak koç da pek faydalı olmadı.

Bir diğer konuda sürelerin dağılışı. D'Antoni geldikten sonra performansı yükselen Jamison ve Meeks sırayla kesiği yediler. Benchin en önemli 2 oyuncusunu neden gözden çıkardı ben bir anlam getiremedim. Formda ve mücadeleci Hill'e süre verip Jamison'ı kesti açıklamalarına katılabilirim. Ancak sahada Duhon varken Meeks'in maçı benchte izlemesi beni çok şaşırttı. Sene başından beri süre almasını beklediğim Earl Clark son sakatlıklar olmasa büyük ihtimal benchte çakılı kalacaktı. Clark demişken aldığı sürenin hakkını fazlasıyla veriyor. Yürüyedursun...

Bir kez daha diyorum ama bu takımın koçu bana göre Phil Jackson ya da D'Antoni'den daha tecrübeli bir isim olmalıydı. Takım psikolojik olarak ağır darbeler aldı ve koçun bu işi şu ana kadar kotaramadığı çok açık. Tecrübeli bir koç olsaydı üst üste bu kadar mağlubiyetlerin alınmayacağı iddiasındayım. Şu saatten sonra bir koç değişikliği gelmesini beklemiyorum çok ekstra bir sıkıntı olmadıkça ama P-Jax olayında keşke işi ego savaşına dönüştürmeseydik. Anladığınız üzere benim gözümde şu takımın koçu Phil Baba olmalıydı.

                             

Madem yukarıda rotasyon, sakatlık dedik oradan devam edelim. Bu sezon bir lanet var üstümüzde bu açık. Büyük dörtlümüz -yanlış olmasın- sadece 10 maçın tamamında beraber oynayabildi. Nash zaten sene başında bir gitti bir daha uzun süre göremedik. Dwight da beli yüzünden %100 değilken bir de üstüne son maçlarda omuz sakatlığı çıktı. Gasol'ün dizleri malumken bir de suratına aldığı darbeden dolayı maçlar kaçırdı. Üstüne gayet iyi bir sezon geçiren ve mücadeleye hasret olduğumuz şu sezonda yüreğini ortaya koyan Hill sezonu kapattı. Blake de aylardır yok ve ne zaman döneceği hala belli değil. Yani bir türlü bir araya gelemedik. En zorlu deplasman turnemizde bir ara sahada Duhon-Morris-Clark-Ebanks-Sacre vardı sahada. Hem de maç koptuktan sonra değil. Ürperdim resmen. Takımın bir arada oynayamaması da bir türlü ritme giremememize sebep oldu. Bu kadar yeni kurulan bir takım için çok büyük bir handikap.

Takımın ana sorunlarından biri de Dwight Howard'ın huzursuzluğunun artması. Howard'ın hücumda az kullanılmaktan şikayetçi olduğu haberleri vardı. Hatta son dönemde Lakers'la sözleşme uzatmayacağı, Lakers yönetiminin de bu yüzden onu takas edeceği haberleri bile çıktı. Saha içinde de özellikle bir kaç maç çok net olarak umursamazları oynadı Howard. Zaten fiziksel olarak %100 değildi üstüne moral olarak da çökünce Aaron Gray'den filan blok yemek gibi saçma sapan işlerde bulundu. Kariyerinde 3 kez maçtan atılmış Howard, ikisi bu sezon. Howard'ın bu çıkışı sonrası doğal olarak gözler Kobe'ye çevrildi. O da "Ben Dwight'a yardımcı olmak için elimden geleni yapıyorum, yaparım." tarzı bir açıklama yaptı. Dwight Howard'ın agresif olduğu neredeyse tüm maçlarımızı kazandık. O konsantre olunca ne kadar etkili bir oyuncu artık bunu söylememe gerek yok. Maçın içinde oldukça savunma konsantrasyonumuz artıyor, hücum akıcılık kazanıyor. Burada Nash'e büyük sorumluluk düşüyor. Bazen topu Kobe'den almalı ve Howard'ı maçın içinde tutmalı.

Top paylaşımı gerçekten çok önemli. İşler Kobe'nin zorlama bire birlerine kaldığı zaman hücumda zorlanıyoruz. Kobe'nin "Eeeeh yeter bırakın topları bana." modundan çıkması lazım. Ama burada tek suçlu Kobe değil. Takım arkadaşlarının biraz daha agresif olması lazım. Hücumda çok durağan kaldığımız dönemler var. Ayrıca topların da Nash üzerinden dönmesi herkes için daha iyi olacaktır diye söylemekten dilimizde tüy bitti. Bu kadar çok hücum silahı olan bir takımın 90 sayı civarında kalması kabul edilemez.

                                  
Tabii ki işler bu kadar kötü giderken takas dedikoduları da iyiden iyiye arttı. Yukarıda da belirttiğim gibi işlerin içine Howard da dahil oldu. Hatta bazı yerlerde Nash bile yollanıyor. Ben şu noktada Howard takasının imkansız olduğunu düşünüyorum. Keza Nash'in de takas olmayacağı bence kesin. Bir şekilde Howard'ın mutluluğu sağlanır ve sözleşme uzatıp burada kalmaya devam eder. Ancak işin diğer tarafındaki Gasol için artık takas kaçınılmaz gibi. Kendisi de yaptığı açıklamalarda yakın zamanda bir takas beklediğini söylüyor. Ne yazık ki 2 sene önceki Dallas serisinden bu yana Gasol bir kaç kıvılcım hariç çok vasattı. Son olarak sakatlandıktan sonra benchten geliyor. Performansı biraz olsun artmasına rağmen kendisi bu durumdan memnun olmadığını söyledi. Gasol'ün market değeri düşmüş durumda fakat başımızda Mitch varken her şey olabilir.

Birçok senaryo var Gasol'le ilgili. Üçlü takas senaryoları, Espn trade machine'de yapılmış takaslar filan havada uçuşuyor. Benim gönlümden tabii ki Josh Smith takası geçiyor ama bunun zor olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde bir değişim gelmesi kaçınılmaz gibi. Bir de ek olarak Hill'in sakatlığı sonrası Lakers'ın veteran bir uzun peşinde olduğu haberleri var. NBA yönetiminden Hill'in kontratı kadar bir boşluk talebi yapıldı. Akla gelen isimlerin başında Kenyon Martin var. Uzun rotasyonuna ufak bir takviye faydalı olabilir.

                             

Son olarak Kobe Bryant da twitter alemine geldi nihayet. Fazlasıyla da aktif ayrıca. Özellikle galibiyetlerden sonra gelen sorulara cevap veriyor. Kısa sürede 1 milyon takipçi sayısına ulaştı. Gerçi onun twitter'a gelmesiyle üst üste gelen mağlubiyet serisi var ama yine de ben onun twitter'a gelmesine sevindim. Hala takip etmiyorsanız şuradan takibe alabilirsiniz.

Bu sabahki Utah maçı bizim adımıza nasıl oynamamızın apaçık göstergesiydi. Kaybettiğimiz maçların çoğunda şu maçtaki oyunun yarısını bile oynayamadık. Böyle oynadığımız, top paylaşımını böyle yaptığımız zaman önümüzde kimse duramaz. Tabii ki Kobe'den her maç 14 asist yapması beklenemez ama Nash'in ya da onun sürekli takımı maçın içinde tutması şart. Savunmada da Metta gibi Howard gibi oyuncuların daha fazla liderlik edip takımı ateşlemesi lazım.

Play-off yolunda işimiz imkansız değil ama kabul etmek lazım şansımız çok azaldı. Hızlı bir şekilde bir galibiyet serisine ihtiyacımız var. Bunu yapabilecek potansiyele de fazlasıyla sahibiz. Yeter ki doğrularımız yapmaya devam edelim. Tabii ki dezavantajları var bu takımın ancak avantajlarımızı kullandığımızda bunları telafi edebiliriz. Önümüzde çok kritik maçlar var. Özellikle Pazar akşamı evimizde oynayacağımız Oklahoma maçı çok önemli. O maçtan çıkarılacak bir galibiyet bize bir galibiyetten fazlasını kazandırır. Oyuncuların azalan özgüvenlerini tazeler.

Dediğim gibi All-Star arasına kadar çok kritik maçlarımız var ve bunların çoğu deplasmanda. Burada sergileyeceğimiz oyun, göstereceğimiz karakter işleri netleştirir gibi. Umarım şu ana kadar ki "Bitse de gitsek." havasından kurtulur ve ayağa kalkarız.



22 Ocak 2013 Salı

Gencolar Sixtape #2

Sixtape serimizin 2.siyle karşınızdayız. Normalde Cumartesileri yayınlayacaktık ama diğer konulardaki açığı kapatmak için biraz sarktı. Zaten bizi az çok tanıyan herkes arada bu sarkmaların olacağını hesap etmiştir.

Bu hafta yazıyı hazırlamak geçen haftadan daha kolay oldu diyebilirim. Gencolar olarak olaya daha hakimdik. Herkes geçen haftaki gibi "Tamam da ne için ağğğbie?" gibi sorular sormadan şarkıları söyledi. Ege hariç tabi. O hala durumu anlama aşamasındaydı. İnşallah 3. yazıda o da direk söyleyecek, inanıyoruz buna...

Müzik güzel şey bunu artık söylememe gerek yok. Geçen yazıda Faruk biraderim zaten diyecekleri demiş. Bana da bu haftaki listeyi oluşturmak ve ufak yorumlar yapmak kaldı. Bu sixtape olayı biz Gencolar için de güzel oldu. Denk gelip de adını bulamadığım şarkıları öğrenmiş oldum.

Gelelim bu haftaki seçimlere. Ben Flört'ten "Yola Devam" ı seçtim. Güzel grup Flört. Şarkılar,sözler,müzikler vs gerçekten güzel ama benim dikkatimi çeken en önemli özelliklerinden birisi kayıtlarını canlı yapmaları. Yani kendileri çalıyorlar söylüyorlar akustikhanede ve kaydı yapıp çıkıyorlar. Diğerleri gibi saatlerce hatta günlerce stüdyoda kalmıyorlar. Son albümleri "Anadolu Beat" 'i 1 saate yakın bir sürede doldurmuşlar. Bol kıllı bu adamları dinlemenizi tavsiye ederim. Gencoların seçimleri de gayet güzel olmuş, keyif bir sixtape oluşturduk.

Gencolar Sixtape #2


İbrahim "Mor ve Ötesi - Yalnız Şarkı " 
Eren "Travis - Battleships"
          Faruk "Noel Gallagher's High Flying Birds - Aka What a Life "
Buğra "Flört - Yola Devam "
Doğuş "Radiohead - Karma Police "
Ege " Muse - Map of the Problematique" 


Vintage #3


22 Ocak 2006, Lakers - Toronto / Kobe Bryant ve 81 Sayı.

Lakers'ın kara sezonlarının içerisinde bize unutulmayacak bir iz bırakan o gün. En hevesli olduğumuz ergenlik çağı bünyesindeki o yıllara rağmen hiçbirimiz maç izleme konusunda istikrarlı olamıyorduk. Kendi açımdan yine beş maçla kapattığım bir sezondu. Önem olarak da bir şey ifade etmeyen bu maça neden kalktığımı bilmiyorum ama canlı gözlerle izlememe vesile olan tüm sıkıntılı duygularıma şükranlarımı sunuyorum.

Maçın ortasında gelen ''Klasik bir Kobe gecesi olacak sanırım'' yorumunun buralara geleceğini kimse tahmin edemezdi. Önce ikili sıkıştırma geldi, sonra üçlü sıkıştırma bile denendi. Sürekli alınan molalar, bazı şut anlarında sekiz adete çıkan el sayısı derken televizyonun altında çıkan her yeni rekoru kendim kırmış gibi sevinmiştim. Yüksele yüksele ikinci sıraya kadar çıkabildik. Kobe o gece, lig tarihinde atılan en yüksek ikinci sayıya ulaştı.

Kafam çalıştıktan itibaren izlediğim en özel adamın bu performansı çıplak gözlerle izleyebileceğimiz en yüksek rakam olabilir. Ligin geldiği nokta, yıldızların yeni fiziki yapıları gibi etkenleri göz önüne alırsak daha fazlası da olmayacak gibi. O yüzden bu sahne hiç unutulmayacak.

21 Ocak 2013 Pazartesi

Uykusuz Her Gece #3


Sınavlar nedeniyle burası da aksadı baya. Uzun bir aradan sonra gündeme yetişmeye çalışalım bakalım. Kısaca haberlere değinecek olursak;

  • Lakers aldığı istikrarsız sonuçlarla bizi üzmeye devam ediyor. Şu anki derecemiz 17-23 ve play-off yarışının hiç beklenilmediği kadar dışındayız. Lakers'la ilgili çok yakında detaylı bir yazı yazacağımız için şimdilik kısa geçiyorum.
  • All-Star beşleri açıklandı. Batı'da Chris Paul, Kobe Bryant, Kevin Durant, Blake Griffin ve Dwight Howard, Doğu'da ise Rajon Rondo, Dwyane Wade, Lebron James, Carmelo Anthony ve Kevin Garnett ilk beş çıkacak olan isimler.
  • Nba'in köklü takımlarından Sacramento'nun Seattle'a satışı konusunda tarafların anlaştığı haberleri var. Her ne kadar Sacramento seyircisi karşı çıksa da bu anlaşma oldu gibi. Seattle'ın basketbolu özlemiş olduğu zaten belliydi ama Sacramento gibi ateşli seyirciye sahip bir takımın kaybolacak olması üzücü. Akıllara gelen bir başka soru da şu: "Seattle Supersonics, Oklahoma City Thunder olunca onu tutan taraftarlar şimdi ne yapacak?"
  • Nba'de koç ayrılıkları da başladı. Brooklyn Nets koçu Avery Johnson ve Phoenix Suns koçu Alvin Gentry görevlerinden alındılar. İlerleyen sürede bu sayı iyice artar.
  • Nba'de sakatlıklar da devam ediyor. Daha önce sakatlıktan dönen Kevin Love yine sakatlandı ve uzun bir süre daha yok. Ayrıca başarılı bir sezon geçiren Cavs pivotu Anderson Varejao son yapılan açıklamalara göre sezonu kapattı. Hawks guardı Lou Williams da bağlarını kopardığı için sezonu kapattı. Lakers pivotu Jordan Hill de sezonu kapatan bir diğer isim oldu. Bu sakatlık beni ayrıca üzdü. Hill sevdiğim adamlardan biridir. Son olarak Rasheed Wallace'ın da sezonun geri kalanında oynaması beklenmiyor. Knicks'e bir kötü haber de guardı Raymond Felton'dan gelmişti. Felton yaklaşık 1 aydır oynayamıyor sakatlığı sebebiyle ancak onun da yakın zamanda döneceği açıklandı. Spurs guardı Ginobili de bir süre formasından uzak kalacak. Bu isimler dışında da sakatlık geçiren isimler var ancak önemli olanları belirtmeye çalıştım.
  • Takas dedikoduları da yavaştan artmaya başladı. Kulislerde Hawks'ın Josh Smith'i , Memphis'in Rudy Gay'i , Lakers'ın da Gasol'u, Raptors'un da Jose Calderon'u yollayabileceği konuşuluyor. Hatta tüm bu isimlerin aynı takasın içinde olduğu dedikodular bile var. 
  • Sene başından beri sakatlıkları sebebiyle oynayamayan oyuncular da yavaştan dönmeye başladı. Wizards John Wall'a, Dallas da Dirk Nowitzki'ye kavuştu. Henüz tam form tutmasalar da takımları için çok önemli oyuncular. Onların dönmesi mutlaka olumlu etkileyecektir. Danny Granger ve Andrew Bynum'ın da All-Star arası civarı takımlarına dönebilecekleri haberleri var.
İlk 5


PG

                       


Chris Paul.... Los Angeles Belediye aman Clippers'ın şu ana kadar 32-9'la Batı'da 1. sırada bulunmasının en önemli nedeni.  17 sayı 9.7 asist 3.6 ribaunt 2.6 top çalma istatistikleriyle oynamasının yanında takım liderliği konusunda da müthiş bir iş yapıyor. Şu ana kadar ligin en iyi guardı konumunda.

SG

                               

Kobe Bryant... Her ne kadar Lakers iyi gitmese de söz konusu isim Kobe olunca bu listede her zaman yeri hazır. Sene başından beri takımın en çok çabalayan, mücadele eden ismi Kobe. 29.6 ortalamayla ligin sayı kralı konumunda. Her ne kadar son 2 maç felaket atsa da bunu %46.8 gibi bir yüzdeyle yapıyor. Ayrıca maç başına 4.9 ribaunt ve 4.8 asisti de var. Şarap gibi maşallah. Derin seviyorum.

F
                                   

Carmelo Anthony... Knicks'in bu sene kademe atlayıp şampiyonluk adayları arasında isminin geçmesinin en büyük sebebi Melo'nun müthiş oyunu. Saha içinde müthiş gayret ve liderlik gösteriyor. Şimdiye kadar 29.2 sayı 6.1 ribaunt 2.5 asist ortalamaları var. Knicks onun sakatlığı dönemde bocalasa da 25-13'lük dereceyle Doğu'da 2. sırada.


F
                                                                                                                                                                          

Kevin Durant... Ligin şu ana kadar -bana göre- Mvp'si. İnanılmaz bir oyuncu olma yolunda hızla ilerliyor ve oyunu giderek kusursuzlaşıyor. Bu sezon da yine mükemmel maçlar çıkartıyor. %51 gibi inanılmaz bir yüzdeyle 29.5 sayı 7.5 ribaunt 4.2 asist. 1.6 top çalma 1.2 blok istatistiklerine sahip. Canı istediği zaman sayı üretebiliyor. Dallas karşısındaki 52 sayılık performansı muazzamdı. Thunder da 32-9'la ligin zirvesinde. Kendisini sarı-mor içinde görürüz umarım.


F
                          

Lebron James... (bkz. geldi ) Durant'ten sonra en büyük Mvp adayı diyebiliriz. %55'le 26.3 sayı , 8.1 ribaunt, 7 asist ve 1.6 top çalmayla oynuyor bu sezon ve iyiden iyiye Miami'nin komutanı olmuş durumda. Kendisini hiç sevmem ancak gerçekten başka oynuyor özellikle bizim maçta bir türlü çözüm üretemedik kendisine. Miami 26-12 derecesiyle Doğu'da  1. ve bunun en büyük sebebi şüphesiz Lebron.


Çaylak
                               

Damian Lillard... Portland'ın çaylağı şimdiye kadar gerçekten çok iyi bir sezon geçiriyor. Spotları Anthony Davis'ten çalmış durumda. 18.3 sayı, 6.6 asist, 3.5 ribaunt ortalamalarıyla oynamasının yanında çok da olgun bir basketbol sergiliyor. Kritik anlarda sorumluluk almaktan hiç çekinmiyor. Zaman ilerledikçe daha da önemli bir oyuncu olacağının sinyallerini veriyor. Umarım Portland lanetiyle sakatlanmadan devam eder.


Takım
                                

San Antonio Spurs... Nasıl bir sistemdir, nasıl bir oyundur, nasıl bir organizasyondur bilmiyorum ancak Spurs yine kazanmaya devam ediyor. 32-11'lik dereceleri var ancak bunu daha da etkileyici kılan önemli eksiklere rağmen bu dereceyi yakalamış olmaları. Ginobili, Leonard, S-Jax gibi rotasyonun önemli parçalarından faydalanamadılar ancak yine de kazanıyorlar. Hem de çok net kazanıyorlar. Saygı duymaktan başka yapılacak bir şey yok.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Uzun Vade


Uzun zamandır bloga yazamıyorum yoğun sınav takvimim nedeniyle. Yakın bir zamanda "Koçum Benim" de yapacağımız için Erman Kunter merkezli Beşiktaş basketbol değerlendirmesi yapmaya karar verdim.

Kısaca yazamadığım dönemde neler olduğuna değinecek olursak takıma Ewing ve Cemal takviyeleri yapıldı, Dasic takımdan ayrıldı, Carlos Arroyo Galatasaray'a gitti, "Kalde" firması ile göğüs reklamı sponsorluğu imzalandı, Top 16'ya kalındı ancak henüz galibiyet alınamadı ve son olarak da Serhat Çetin kadro dışı bırakıldı. Ewing ve Cemal takviyeleri önemliydi. Takımın eksikleri olduğu barizdi nitekim hala var ancak ikisinin de ben önemli katkılar yapacağını düşünüyorum. Diğer olaylara gelecek olursak bana göre Arroyo olayı büyük bir yönetim skandalıdır. Basketbol Şube Sorumlusu Abdullah Sözer'in zaten bu göreve uygun kişi olduğunu düşünmüyordum. O da her demeci ve hareketiyle bunu belli ediyor. Yapılan tüm açıklamaların tersi bir hareketle önemli bir indirimle Arroyo'yu ezeli rakibe verdiler. Bununla ilgili söylenecek pek bir söz kalmadı artık. Ocak ayı sonunda yapılacak mali kongrede basketbolun A.Ş. olarak ayrılması ve işin bilenlere verilmesi bu yüzden de çok kritik bir hal aldı.

Gelelim yazımın asıl konusuna. Erman Kunter... Sene başından beri söylüyorum yeni yönetimin yaptığı en doğru işlerden biri. Ancak şu ana kadar da en büyük eleştirileri alan, hatta bir kesim tarafından istifası beklenen kişi de o. Tabii ki onun da yanlışları oldu ancak ona gelene kadar eleştirilmesi gereken çok isim, çok olay var. Beşiktaş Basketbol Şubesi için büyük bir şanstır Erman Kunter. Onun gibi işi bilen birisinin şubede olması gelecek planları adına çok kritik. Çünkü artık sezonluk parlamalardan ve onun sonucunda gelen kayıp sezonlardan bıktık. Zaten gelen haberler başkanın da uzun vadeli planlarla basketbolda uzun yıllar söz sahibi olan bir takım yaratma hedefi içinde olduğu yönünde. Eğer bu hedeflere varmak istiyorsak herkese önemli görevler düşüyor.

                            

En büyük görev şüphesiz ki Erman Kunter'in. Net basketbol seyircisi az, mali bir enkaz içinde olan, geçen seneye kadar başarılarıyla değil kaçan oyuncularıyla gündeme gelen, sponsorsuz ve bugüne kadar gelen paraların futbolda kullanıldığı bir kulüpte yeniden yapılanma yaratmak zorunda. Üstelik tarihi bir sezondan sonra. Ama belki de tüm bunları kabul etmesini sağlayan bir sebebi var. Kunter gönül verdiği kulüpte. Şu ana kadar istediklerini yapabildi mi ya da tam anlamıyla başarılı mı derseniz bu soruya cevabım evet olmaz. Çok büyük şanssızlıklar yaşadı, bazen de kendi hata yaptı. Yeni bir sistemle geldi Erman Hoca buraya. Forvetlerin ceza şutlarını sokması ve pick&roll'lerle gelen net sayılar bu sistemin en kritik noktaları.  Ancak bu sistemin belki de en önemli kısımları olan guard ve forvet kısımlarında büyük arızalar çıktı. Tutku sakatlıktan hala dönemedi, Can bir türlü ritme giremedi, Cevher inanılmaz kötü, Markota istikrarsız ve Dasic de takımdan ayrıldı. Bunun sonucunda sadece son Barca maçının 3 çeyreğinde sistemin net olarak işlediğini söyleyebilirim.

Erman Hocanın da bugüne kadar hataları oldu dediğim gibi. Ancak bunlar kesinlikle bu kadar eleştirilecek hatta hocanın ipini çekecek hatalar değil. Bu noktada bu yoğun eleştirilerin olmaması hatta hata yapsa da hocaya daha fazla destek verilmesi lazım. Erman Hocanın görevi saha içiyle sınırlı değil. Geçen gün okuduğum bir röportajında boş zamanlarında başkanın isteğiyle 3-4 senelik bir plan oluşturduğunu, altyapıdan A takıma büyük bir yapılanma hazırladığını söyledi. Bizim de ihtiyacımız olan tam olarak bu. Bu işin sadece para dökmekle olmadığı artık çok bariz. Belli bir iskelete sahip bir kadroya yapılan ufak rötuşlar ve alttan gelen genç yıldız adaylarıyla devam eden takımlar başarılı oluyor. Beşiktaş'ın da artık bu yola girmesi ve tüm planlarını buna göre yapması lazım.

                          

Yukarıda belirttiğim gibi A.Ş. olmamız çok önemli. Yıllarca yapılan yanlış harcamalar, futbola aktarılan paralar vs. yüzünden sponsorlar bizden kaçıyor. Ayrıca basketbol şubesi içinde basketboldan anlamayan çok kişi var. A.Ş. olduğumuz zaman ise işler daha profesyonellerde olacak. Bunun da Beşiktaş basketboluna ne kadar katkı sağlayacağını söylememe gerek yok sanırım. Avrupa'da bu tip oluşumların içinde fazlasıyla bulunmuş Erman Kunter bu konuda da projeler yaparak yönetime yardımcı oluyor. Eğer ki böyle bir oluşum gerçekleşirse bunun içinde en büyük görevi de o alacak. Bunu da Erman Kunter gibi canı gönülden bir Beşiktaşlı dışında kimsenin yapmasını istemem. Çünkü yıllarca Beşiktaş adını kullanarak x'ler y'ler ceplerini doldurup gittiler. Bu yüzden bu durumdayız. O kişilere gösterilmeyen tepkiler bugün Jerrells'ı neden oynattı, molayı neden almadı vs. gibi çok da önemli olmayan sebeplerden dolayı Erman hocaya gösteriliyor. Bunun gibi basit sebepler yüzünden hocadan ve takımdan ümidi kesmek çok kolaycılık olur. Bugüne kadar bu sabırsızlık bizim başımıza çok iş açtı. Tüm bu uzun vadeli hedefleri düşünmeden yapılan yorumlar tamamıyla zarar verici.

Taraftara işte bu yüzden büyük görev düşüyor. Eğer Beşiktaş bir yerlere gelecekse taraftarının desteğiyle ve işi bilen kişilerin yaptığı planlarla gelecek. Euroleague maçları aşağı yukarı 4500 seyirciye, lig maçları neredeyse boş salona oynanıyor. Buna rağmen hemen hemen her platformda takım ve hoca inanılmaz eleştiriliyor. Son Serhat Çetin olayı üzerinden örnek vereyim. Serhat Çetin geçtiğimiz günlerde kadro dışı kaldı. Bu konuda bile hocanın hatalı olduğunu, takımda mücadele eden tek(!) ismi kendi egosu yüzünden kadro dışı bıraktığı yorumları var. El insaf. Olayın iç yüzünü de anlatacak olursak daha önce de antrenmanlarda Serhat merkezli sıkıntılar yaşanmış, son antrenmanda da hocanın bir kararına kızan Serhat soyunma odasına gidip, tüm çağrılara rağmen dönmemiş. Serhat bu takımda en sevdiğim adamlardan birisi ancak ortada takıma ve hocaya yapılmış bir saygısızlık var. Kesinlikle cezasız kalmamalıydı nitekim öyle oldu fakat bu bile anlamsızca eleştirildi. Taraftar olarak önce şunu anlamamız lazım. Beşiktaş basketbolunda hedefler kısa vadeli değil. 3-4 sene sonrasının temelleri atılıyor ve buna göre bir yol izleniyor. Sabretmek ve desteğe devam etmek bize çok şey getirecek. Bu desteği de duruşuyla, açıklamalarıyla, Beşiktaşlılığıyla Beşiktaş'ın gerçek çocuğu olan Erman Kunter'den başka kimse daha iyi hak edemez.

                             

Tabii ki oyuncuların da büyük bir görevi var bu noktada. Mücadele etmeye devam etmek. Beşiktaş seyircisi kaybettiği zaman bile sonuna kadar mücadele eden bir takım ister. Son Barca maçına kadar kritik maçlarda bir noktada pes eden ve maçı bırakan bir takım vardı. Bu da taraftarı fazlasıyla üzen bir konuydu. Oyuncuların mücadele etmeye devam etmesiyle birlikte taraftar verilen çabayı görecektir ve bugüne kadar olduğu gibi bu çabayı takdir edecektir. Barca maçından sonra o kadar pozitif yorum yapılmasının sebebi net olarak ortaya konan mücadele ve karakterdi.

Basketbol şubesinin belki de tarihinde ilk kez mali olarak +'ya geçtiği, bu kadar düşük bütçeli bir kadroyla Top 16'ya kalınan, ligde üst üste galibiyetler alınan, sene başında Cumhurbaşkanlığı Kupası'nın kazanıldığı, başta Vidmar olmak üzere eski kulüplerinde facia sezon geçiren oyuncuların ayağa kalktığı ve müthiş bir güvenle oynadığı bir sezona "Kunter etkisi" dersek yanılmayız. 2.yarı sistem daha da oturmuş olacak ve ilk yarı kaybettiğimiz (Efes hariç) tüm takımlarla evimizde oynayacağız. Sakatlarımızın da takıma katılması bekleniyor. Yani daha güzel günler yakın.

Ancak buna rağmen hedefimiz bu sezon değil. Yıllarca başkalarını Beşiktaş'ın çocuğu yapan taraftarın gerçek Beşiktaş'ın çocuğuna sahip çıkmasının getirileri tahmin edilenden de fazla olacak.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Fenerbahçe'nin Pianigiani'si Olmak


Yaz ayları kafamdan çıkmıyor. Pianigiani ismi ilk kez ortaya atıldığında bilen, bilmeyen herkesin yaşadığı umut patlamasını, kurulan hayalleri anımsıyorum. Türkiye'de taraftarsanız eğer ve benim gibi manyak değilseniz, genel olarak çoğunluğun dediği doğrudur. Pianigiani konusunda şimdi durum neyse, o zaman da aynı şekilde değerlendirmek lazım. Siena'yı biraz olsun takip eden ve kalemine güvenilecek herkes Pianigiani'nin neler getireceğinden, nasıl doğru işler yaptığımızdan bahsediyordu. Sadece kendi ismiyle, daha oyuncular alınmadan bile güzel yapılan bir işti Pianigiani.

Oyuncular sonrası biz sadece kağıda bakmak istedik gibi gözükebilir ama öyle değildi. Benim ilk yazıda belirttiğim eksi kısımlarının çoğunu bu bahsettiğimiz adamlar da yazdı. Bunlar mantık çerçevesinde olan ve sorgulanabilecek şeylerdi. Ayrıca, her takımın eksikleri olur. İyi yaptığı şeyleri de olur ve sen bunların daha iyi yapılmasını beklersin. Dünya üzerinde tanımlı her savunma setinin açıkları vardır, her hücum setinin savunması olduğu gibi. Hatalar ve eksikler olmasaydı berbat bir oyun olurdu basketbol. Bunları yazarken ''sürekli bunlar olacak, hazırlıklı olun'' diye yazmadık tabii ki. Sadece gözüken tehlikelerdi ve aşılmasını umuyorduk. Gelinen noktaya baktığımdaysa ''Keşke bunlarla kalsaymış'' demekten başka bir şey diyemiyorum. Göremediğimiz çok daha fazla şey varmış. 

Yazıları takip edenler hatırlayacaktır, her defasında takımın biraz iyiye gider gibi olduğunu ama bir türlü istediğimiz o malum oturma sürecini yaşayamadığımızı konuşmuştuk. Ligde hala daha kabul edilebilir ve doğal olan bir görüntü içerisinde olsak da Euroleague can sıkıcı bir noktaya geldi. İyiye gitmek bir kenarda dursun, dibe çöktük dersek yanlış yapmış olmayız. Artık Oğuz böyle savunma yapmıyor, Emir şöyle sorumluluk alamadı gibi şeyler söylemekten ben yoruldum. Eminim okuyanlar da bıkmıştır. İşin biraz Pianigiani kısmına inmek istiyorum. 

Gelinen nokta koçun karakteristik özelliklerine ters değil ama bazı soru işaretleri var. İnatçı bir adam olduğunu biliyoruz. Bu her zaman kötü bir şey değildir. Adam olmaz denilen çoğu oyuncuyu güzel birer rol oyuncusu, bazılarını ise iyi oyuncuya çevirdiğini biliyoruz. Böyle bakılınca, kararlı ya da inat yapısı güzel gözükebilir. Bizde yaptığı şey ise kötünün üzerine gitmekten başka bir şeymiş gibi gözükmüyor. Her zaman söylediğim gibi, dört kısa ve iki guardlı sistemleri çok zararlı bulmuyorum. Yeterli sürelerde ve gerekli zamanlarda yapıldığında, yeteri kadar avantaj sağladığı da gerçek. Hatta aylardır Bo ve Barış'ın birlikte denenmesi fikrini orada burada yazıyorum. Bu konularda koçun arkasında durmam mümkün fakat Emir'i bu kadar da dört numaranın ana çözümü haline getirmek doğru değil. Andersen'in önderlik yaptığı bir dört kısayı koç nasıl düşünüyor anlamak mümkün değil. Bence aynı şey Batiste ile oluşan dört kısada da mevcut ama Andersen versiyonu dururken ona laf edemiyorum. Oğuz bu kadar gözden düşmeseydi o da denenecekti. İnsan dönüp dolaşıp ''Neden?'' diye sormak istiyor. Koçun yerine kendimi koyup düşünüyorum ama mantıklı bir açıklama bulamıyorum. Emir'in hücumda avantajları olduğu kesin. Savunmada yarattığı deavantajları kapatacak kadar büyük bir avantaj göremediğimiz de kesin. Emir bunu üç numara oynadığında da yapar. Zaten üstün olduğumuz bir bölgeyi, başka bir yere çekip iki kısmı birden kaybetmenin mantığını anlayamıyorum. Bu konuda yapılan ısrarı anlamıyorum. Barış'ın bugüne kadar aldığı süreleri anlayamadığım gibi.

Takımda yanlış giden başka şeyler de var. Ömer Onan kötü bir sezon geçiriyor. Hem fiziksel hem de kafa yapısı olarak bize yansıyan bu durum çok can sıkıcı. Ömer'in yüzünde daimi bir mutsuzluk ve huzursuzluk var. Herkesin gördüğünü de kimseden saklayacak halimiz yok, Barcelona maçında koç ile bariz şekilde tartıştı. Oyunda kaldığı sürelerin ve kısımların da yanlış olduğu gerçek. Ben burada özellikle Ertuğrul Erdoğan'a ve Ömer'e bazı şeyler sormak istiyorum. Koç ile oturulup hiç mi konuşulmuyor? Bu adam buralara yabancı, eyvallah. Ömer'in takım için ne ifade ettiğini hala anlayamamış olabilir. Ömer, bu takımın ne kadar kötü halde olduğunu ve bir önderin gerektiğini de anlayamamış olabilir. Bu seçeneği Kaya'ya, İlkan'a ve hatta Oğuz'a uyarlamak bile mümkün. Eğer bunlar konuşuluyorsa, koç neden bazı şeylerde ısrar ediyor? Takımda iki ucu çok karışık noktalara çıkan bir sıkıntı var ve asıl can sıkıcı nokta da burası.

İşin parkedeki kısmını konuşmadan önce bunları konuşmak lazım. Pianigiani inat bir adam ama gerizekalı değil. Bu yaptığı şeyler sistem oturtmak adı altında açıklanabilecek noktayı da geçiyor gibi. Takım hala daha Olin, Aliağa maçları dışında önde baskı yapamıyor. Yine aynı filtreler olmadığı sürece asist sayılarımız berbat. Topun dolaştığı hız ve indiği noktalar hala daha berbat. Peki neden bu yanlışlardaki isyan? Koçu daha önceden izlememiş olsam ve bu kadar yakından takip etmemiş olsam koça tüm gücümle yüklenmeyi isterdim ama yapamıyorum.

Her ne sorun varsa; Tanjevic, Spahija ve şimdi de Pianigiani diyerek devam ediyor. Bu takımın yapması gereken şey oyuncu ve koç değiştirmekten ziyade kimlik değiştirmek olmalı. Fenerbahçe'nin tekrar koç değiştirecek esneklikte bir yapıya sahip olmasını istemiyorum. Evet yanlışlar var. Evet yanlışlar ısrarla sürüyor. Kadro yapılanmasının da yanlış olduğunu açık açık görüyoruz. Bunun çözümünü de Pianigiani'ye bırakmak en doğru yol olarak gözüküyor. Fenerbahçe'nin son yıllarda oluşturmaya çalıştığı ve sadece bir kısmı doğru olan profesyonel yapıdan ötürü koçun kovulacağını sanmıyorum. Kendisi de gitmez. Buraya bir seneliğine gelip, ilk engelde kaçacak bir kafa yapısına sahip değil. Düzeltilmesi gereken çok şey var. Elimizde ise, ''Sistem oluşturmak istiyoruz ve senin kendi ellerinle oluşturduğun o sisteme hayranız. Bize de aynısını yap'' diyerek malzemelerini bile aldığımız bir adam var.

Sizin için çok zor olacağını bilsem de, bu adama kendi yöntemlerinizle sabretmek en doğrusu olacaktır. Bir koçun daha kariyerinin burada dibe vurduğunu görmek istemiyorum artık.

13 Ocak 2013 Pazar

Avustralya Açık'tan Ne Bekliyoruz?

Faruk'un da değindiği gibi buralara uğramayalı epey zaman oluyor. Sözel bir bölüm okumanın en büyük sıkıntısı da bu sanırım. İnsan o kadar çok yazmak zorunda kalıyor ki 'Abi iki dakika geçeyim de bir şeyler çiziktireyim, hiç değilse sevdiğim bir şeyi yazarım.' diyesi bile gelmiyor. Ama final dönemimin sonuna ve Avustralya Açık'a bu kadar yaklaşmışken (ki sanıyorum bu yazı pek çok kişi tarafından ilk tur maçları oynanırken okunuyor olacak) bir Grand Slam hakkında bir şeyler yazmamış olmayı kendime yediremedim.



Avustralya Açık'ı kendi sıralamamda dört Grand Slam arasında ikinci sıraya yerleştiriyorum. Wimbledon çimde oynanıyor olması nedeniyle bende farklı bir yere sahip. Tek-el backhand'e olan sempatim nedeniyle sanırım bu duruma neden oluyor. Bildiğiniz gibi çim kortlar tek-el backhand'e sahip oyunculara daha uygun. Her neyse konuyu daha çarpıtmadan Avustralya Açık'a olan sevgimin nedeninden de bahsetmeden geçmeyeyim. Turnuva bu gece saat 02.00'de başlıyor, Avustralya Açık'ın takvimdeki yeri de ocak ayının genellikle tam ortasına doğru denk geliyor, ki bu zamanlarda genellikle tatil yapıyor oluyorum ve tahmin edebileceğinizden çok daha maç izleme şansı buluyorum. Bir aksilik çıkmazsa bu yıl de aynı şekilde devam edeceğim. Hatta daha önceden yaptığım planların hepsini tatilimin ikinci yarısına, Avustralya Açık'ın sonrasına, attım.

Gelelim bu yılın Avustralya Açık'ına. Kuralar çekildi ve favorilerin olası çeyrek final yolları da kuralar ile birlikte çizildi. Bu yılın favorileri arasında geçen yılın finalisti Nadal ne yazık ki bulunmuyor, malum mide rahatsızlığı sebebiyle Avustralya Açık'ı atlayıp, kendini toprak kort sezonuna %100 olarak hazırlamak istiyor gibi. Açıkçası ben 'mide rahatsızlığı'nı bir bahaneymiş gibi görüyorum, çünkü geri dönüşün sinyallerini verip sürekli ertelemesi, en azından bana, sanki Nadal'ın dizlerinin henüz tamamen iyileşmemiş olduğunu hissettiriyor. Konu hakkında detaylı bir araştırma yapmadım, eğer yapıp da elle tutulur bir şey bulanınız olursa bana da haber verirseniz ayrıca teşekkür ederim.


Kuranın kazananı Nadal'ın da yokluğunda Djokovic olmuş gibi gözüküyor. Federer ve Andy Murray kuranın alt tarafında bulunurken, Djokovic bu turnuvaya Nadal'ın yokluğunda 4 numaralı seri başı olarak katılan David Ferrer ile birlikte kuranın üst tarafında yer alıyor. Djokovic'in final yolu çeyrek finale (hatta aslında finale) kadar pek taşlı gözükmüyor, ki çeyrek finale kadar kendisini en çok zorlayabilecek olan isim özellikle Avustralya'da uzun maçlar oynamayı seven (o ne kadar seviyordur bilmiyorum tabii ama, hiç değilse ben izlemeyi seviyorum) Stan Wawrinka. Çeyrek finalde muhtemelen Berdych, yarı finalde ise yine muhtemelen Ferrer ile oynayacak. Djokovic geçtiğimiz yılın Avustralya Açık şampiyonu ve son zamanlarda turda formu en stabil oyuncu. Çektiği kura ile birlikte finale zorlanmadan gitmesi pek muhtemel gözüküyör.

Kuranın kaybedeni ise en altta bulunan 2 numaralı seri başı Federer olmuş gibi gözüküyor. Zorlu final yolu Federer için biraz erken başlıyor. 2. turda muhtemel rakip Davydenko, 3. turda Tomic, 4. turda Raonic, çeyrekte Tsonga ve yarıda Murray. Burada özellikle Davydenko ve Tomic dikkat edilmesi gereken isimler. Davydenko 2013'e çok iyi başladı ve Doha'da finale kadar yürürken geçmişe göz kırptı. Tomic ise geçtiğimiz gün Sydney'de ilk turnuvasını kazandı ve ayrıca kendi evinde oynaması da elinde büyük bir koz. Ayrıca Tomic'in Hopman kupasında hazır olmayan Djokovic'e karşı galibiyetini de yine de bir kenara yazalım. Federer'in zorlu kurasının yanında 2013'te herhangi resmi maç yapmış olmaması kafalarda soru işaretleri bıraksa da kendisi epey formda olduğunu ve bu arayı iyi değerlendirdiğini söylüyor. Artık yılların tecrübesi diyebileceğimiz Federer'i maç eksiği var diye eleştirmek zaten özellikle benim için biraz garip olurdu.



Murray ve Ferrer için ise durum biraz karışık gibi. Murray 4. tura kadar pek zorlanacağa benzemese de 4. turda muhtemel rakipleri Monfils, Dolgopolov, Simon üçlüsünden biri. Bu rakiplerden her biri Andy Murray'e problem yaratabilecek isimler. Ancak asıl zorlu eşleşme çeyrek finalde. Murray'nin muhtemel çeyrek final eşleşmesi Juan Martin Del Potro ile. DelPo Kooyong Classic'te finalde Hewitt'e kaybetmiş olsa bile, konu Grand Slam olduğu zaman işleri değiştirebilen bir oyuncu. Murray geçtiğimiz hafta Brisbane'de Grigor Dimitrov'u iki sette mağlup ederek şampiyon oldu. Aynı zamanda son Grand Slam şampiyonu. Peki sonunda ulaştığı Grand Slam ona bir basamak atlatabilmiş mi? Bunu çok yakında göreceğiz.

Ferrer'i sona bırakmamın asıl sebebi turnuvanın 4. seri başı olması değil. Onun bulunduğu 32'li grupta durumlar biraz karışık. Ayrıca bu 32'lide dikkat edilmesi gereken oyuncular da bulunuyor. Ferrer Doha'da yarı finalde muazzam bir Davydenko karşısında elendi, geçtiğimiz gün ise Auckland'de yapılan 250 puanlık turnuvada 4. kez şampiyon olarak tarihe adını yazdırdı. Yani Avustralya Açık öncesi iyi bir hazırlık dönemi geçirdi. Nadal'ın yokluğunda büyük kendini büyük dörtlü arasında bulan Ferrer'in yarı finaldeki muhtemel rakibinin Djokovic olması ise Grand Slam finali umutlarının bir başka bahara kalmasına neden olacak gibi.



Ferrer'in 32'li grubunun dikkat çeken isimlerine gelirsek;
Lleyton Hewitt: Kooyong Classic şampiyonu ve söylentilere göre epey formda. İlk turda Tipsarevic'le oynuyor olması ufak bir sıkıntı, ama kendi evinde ilk turu geçmesi durumunda kendisine 8 numaralı seri muamelesi yapılabilir.
Grigor Dimitrov: 21 yaşındaki genç Bulgar Brisbane'de finale kadar yükselerek neler takipçilerine başarabileceğinin ufak bir demosunu sundu. Kendisini yaklaşık bir yıldır yakından takip ediyorum, muazzam bir yeteneğe ve göze hoş gelen bir tek-el backhand'e sahip. Kimilerine göre geleceğin Federer'i. Ben bu turnuvada olmasa bile bu yıl en azından bir Grand Slam'de en az 4. turu göreceğine inanıyorum. İlk tur maçı turnuvanın açılış maçları arasında Julien Benneteau'yla. Belki 4. turu göreceği turnuva Avustralya Açık'tır. Bekleyip göreceğiz.
Marcos Baghdatis: Güney Kıbrıslı'nın geçen yıl kırdığı raketleri hâlâ unutmadık.
Nicolas Almagro: Kendisini gün geçtikçe geliştiren İspanyol raket, 4. tura kadar ilerleyebilecekmiş gibi gözüküyor.



Genel olarak dikkat çeken isimler;
Davydenko ve Tomic'ten Federer'in rakipleri arasında bahsettik. Bu isimlere ek olarak geçtiğimiz yıl Roland Garros'ta Federer'le üçüncu turda karşılaşan genç Belçikalı David Goffin, Doha'da şampiyon olarak artık '4. tur oyuncusu' önyargısını kırmaya çalışacak Richard Gasquet ve en yaşlı ancak formda seri başı Tommy Haas bu yıl Melbourne'de çekecek isimler arasında.

Ben de blog'a korkarım biraz uzun bir yazıyla geri dönüyorum. Ancak hiç değilse artık maçların başlamasını rahat rahat bekleyebilirim. Yazıyı bitirirken maçların başlamasına 7 saatten biraz az var. Grand Slam listemde ilk sırada olmasa bile, Avustralya Açık zamanı benim için yılın en iyi zamanı olmaya aday. Umarım hep birlikte yılın ilk Grand Slam'inden beklediğimizi alırız.

12 Ocak 2013 Cumartesi

Gencolar Sixtape #1




Sanırım dünya üzerinde en zor işlerden biri Gencolar'la ortak bir iş yapmak. Arkadaş da olsalar çekilecek dert değiller. Neyse, bu konu hakkında yine üşenmezsem birşeyler yazmak istiyorum. Hepsinin hayatından kesitler sunup gerçekleri tüm çıplaklığıyla açıklamayı planlıyorum. Merhaba araştırmacı gazetecilik, ben geldim.

Gelelim bugünkü konumuza. Sizin de göremediğiniz gibi bloga yazı yazmıyoruz. Bu işe tekrardan başlarken bunun olacağını biliyorduk ve bunu bile bile yine başladık. Maksat arada sırada şuraya birşeyler yazıp hem içimizdekileri döküceğimiz bir yer olsun, hem de konu komşuyla goygoy olsun. Sağolsun Blogspot yetkilileri de sorun olmaz dediler. Siz de goygoy konusunda iyisiniz. Çok teşekkürler.

Olayımız şu; herkes müzikten hoşlanır -Gencolar'dan İbrahim'in dinlediğini sanmıyoruz ama, neyse- ve dinler. Okula, işe giderken otobüste arabada artık nerede denk gelirse hepimizin dinlemekten hoşlandığı şarkılar var. Ben de bitmek bilmez ev okul arası yolda saatlerce şarkı dinleyen bir insanım. Evet insanım. Yine bu güzargahta müziğimi tüm "Kıs şunu birader" bakışları arasında dinlerken aklıma yazı yazmadığımız geldi. Madem yazmıyoruz, madem iyice kişisel blog olduk o zaman ufak tefek seriler yapalım da gönlümüzü hoş tutalım dedim. Gencolar bu niyetimi uzun süre anlamasalar da bu işe giriştik. İlk seri müzik üzerine oldu. Her hafta 6 şarkıdan oluşan listelerle siz güzel konuklarımızın da gönlünü hoş tutmak istedik.

İlk haftanın yazısını Gencolar bir türlü anlamadığı için ben yazıyorum. Sonra her hafta yazıyı yazan kişi değişecek. Kişisel yazılar olur diye umuyorum. Gidip burada "Evet bu hafta Serdar Ortaç'ın bir şarkısını seçtim" diyip onu tanıtmaya kalkmazlar. 

Bu hafta benim seçimim Interpol'den geldi. Malum havalar soğuk, kasvet içinde. Kasvetli havanın da İngiltere'den doğduğu düşününce bu aralar oldukça İngiltere menşeli şarkılar dinledim. Interpol'e de acayip kafayı taktım. Paul Banks abim büyük adam. 14 Şubat'ta da İstanbul'da, arada haber vermiş olayım. Pace is the Trick'i seçerken çok arada kaldım. The Scale'i seçmeyi planlıyordum ama hem şarkının hem de sonunda giren gitar solonun o kadar kısa tutulması ayıptır, günahtır. Bu kırgınlığımı bizzat Paul abime iletmeye çalışcağım zaten. 

Blog tarihinde yazdığım en uzun yazının sonuna gelirken bu haftaki listeyi eklemekten şeref duyarım. Gelecek cumartesi görüşmek üzere. Umarım ipodlarınızın, mp3 çalarlarınızın şarjı hiç olmadık yerlerde bitmez, kulaklıklarınız kablolarıyla dönülmez bir yola girmez umarım. Sağlık ve esenlikle kalınız.


Faruk "Interpol - Pace is the Trick"
Eren "Starsailor - Coming down"
Buğra "Hayko Cepkin - Platonik"
Doğuş "Coldplay - Princess Of China"
İbrahim "Evgeny Grinko - Вальс"
Ege "Tiesto - Athena"

6 Ocak 2013 Pazar

Galatasaray Fenerbahçe Türkiye Kupası


-Maç öncesine baktığımızda ibrenin biraz daha Fenerbahçe'ye yakın olduğunu görmüştük. Galatasaray sezon başına göre form düşüklüğü yaşamış ve en önemli iki uzunu Nevriye-Fowles ikilisini kullanamayacaktı. Fenerbahçe ise daha istikrarlı bir performans gösteriyordu ve elbet ligde aldıkları galibiyetin de güveniyle çıkacaklardı.

-Bu sezon oynanacak Galatasaray-Fenerbahçe maçlarını belirleyecek en önemli faktör tempo olacak bana göre. Etkili uzunlara sahip olan, yavaş tempoda ve sete sette oynamayı tercih eden Galatasaray ile açık alanda iyi skorerlere sahip ve hücum potansiyeli yüksek Fenerbahçe'nin maçlarında tercih ettiği tempoyu rakibine kabul ettirecek takım bir adım öne geçecektir. Bu noktada Galatasaray'ın hücum süresinin sonuna kadar hücum edip uzunları kullanmasını, Fenerbahçe'nin ise topa baskı ile rakibi top kayıplarına zorlamasını ya da kaçan atışların ribaundlarından sonra mümkün olan en kısa sürede şutu bulmasını isteyeceğini tahmin edebiliriz.

-İlk yarının çok büyük bir bölümünde istediklerini yapan Galatasaray oldu. Whalen-Işıl ikilisi hem top kayıplarından uzak durarak, hem de penetre edip -ki bu penetreler genelde uzunların orta mesafelerine döndü- en iyi pozisyonları hazırlayarak Fenerbahçe'nin temposunu düşürdüler. (İlk yarıda Işıl-Whalen ikilisi 15 asist, Fenerbahçe takım halinde 2 asist) Yarı saha hücumunda ise yapılan yardımlı savunmanın ve Matovic'in ilk yarıyı kötü geçirmesinin etkisiyle Fenerbahçe tamamen Pondexter'ın birebirlerine kaldı.

-İkinci yarının başında ise kadın basketbolunu takip eden hemen herkes Fenerbahçe'nin bir atak yapacağını, Galatasaray'ın buna vereceği tepkinin maçın galibini belirleyeceğini söylemişti. Galatasaray devrenin başında Fenerbahçe'nin atağına iyi cevap verdi ancak televizyon molasından sonra Fenerbahçe tempoyu dikte ederek farkı kapattı. Bu sekansta Angel'ı 4 numara oynatarak 4 kısa oynamayı tercih eden Fenerbahçe'ye karşı Sancho-Wauters ikilisinin kullanılmayışı Fenerbahçe'nin aldığı riskin işe yaramasına neden oldu.

-Fenerbahçe'nin geri geldiği süreçte ise Galatasaray kadro yapılanmasının sıkıntısını çekti. Işıl ve Whalen'ın çok yorulduğu dakikalarda Özge'yi sahaya süren Ekrem Memnun onun kendine güvensiz ve silik oyunu sonrasında tekrar bu ikiliye dönmek zorunda kaldı. Sezon başında da söylenen çok alternatifli uzun rotasyonuna rağmen bu tarz maçlarda Whalen ve Işıl'ı dinlendirmekte oldukça zorluk çekecek Galatasaray. (Bugün Whalen 38, Işıl 39 dakika oyunda kaldı)

-Maçın sonunda ise bir önceki pozisyonda Pondexter'la eşleştiğinde faul yapmayan ve drive'ını riske etmesi gerekirken geçildikten sonra Pondexter'ın üçlüğünü riske eden Sancho'nun kapanışı yapması ve Ekrem hocanın çizdiği klas set sonrası kupayı getirmesi de sahada oynanan kadın basketbolu seviyesinin çok üstündeki oyunun cilvesiydi herhalde.

-Fowles ve Nevriye'nin oynamamasına, Alba'nın 1 sene sonra saha çıkıp kısıtlı süreler almasına rağmen bugün galip gelen Galatasaray oldu. Ekrem hoca, onsuz geçen günleri gözümüze sokarcasına şahane bir takım yarattı ve -onun insiyatifi dışında olmasına rağmen- kadro yapılanmasındaki sorunlara rağmen takımı sahada 40 dakika boyunca savaşıyor. Bir taraftar ve basketbol sever için, izlemesi en keyifli takım... Sadece kupa için değil, sezon başından beri süren mücadele için de tebrikler ve teşekkürler Ekrem hocam.

--

Maç sonrasında Eren'le iddiaya girdik, sezon sonu şampiyon Galatasaray olursa o bana, Fenerbahçe olursa ben ona forma alacağım. Buraya da not düşelim.