28 Kasım 2009 Cumartesi

Geçmişten Kareler #19


I. Los Galacticos döneminin ilk transferlerinden biriydi Figo... Barcelona'da harikalar yaratan yaptığı her ortayı takım arkadaşının kafasına koyan ve kısa sürede Katalan taraftarlar tarafından tapılmaya başlanan bir adamdı... Ardından Barcelona'da aldığı yıllık ücretin azlığını bahane ederek Real Madrid'in yolunu tuttu ki bu kıyametin koptuğu günlerin çok yakında olduğunu bildiriyordu adeta. Nitekim Figo'nun ilk Nou Camp'a dönüşünde kıyametler koptu. Fotoğrafta gördüğünüz domuz kafası, viski şişesi sahaya atılan yüzlerce yabancı maddenin çok ufak bir bölümüydü.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Geçmişten Kareler #18


Reggie Miller NBA'in yüzüksüz yıldızlarından. Zaman zaman yaklaştı ancak önce Jordan duvarına tosladı, sonra da Detroit'e. Fotoğraf 2. duvardan, Tayshaun Prince duvarından. Doğu Konferansı final serisi 2. maçı. Reggie Miller sezon sonunda emekli olacağını açıklamış, ancak son playoff serisi olacağını henüz bilmiyor. Jamaal Tinsley Billups'ın topuna elini sokuyor, top Foster'ın önüne düşüyor Foster uzun bir pas atıyor ve Reggie Miller boş turnikeyi atmak üzere ancak Tayshaun Prince öyle bir blok yapıyor ki hem takımına çok kritik bir deplasman galibiyeti kazandırıyor hem de yıllarca jenerikleri süsleyecek bir bloğa imza atıyordu.

Ertesi sene Reggie taraftarı önünde yine bir Detroit serisiyle ancak bu sefer konferans yarı finallerinde İndiana'ya veda ediyordu. Göz yaşları ve akıllarda kalan onlarca anıyla...

Anıl Aksaç -Salsabasket- Röportajı


1-) Klasik soruyla başlayalım. Anıl Aksaç kimdir? Özel hayatında ne yapar, ne eder?

Anıl Aksaç 21 Ocak 1984 doğumlu, ortaokulu İstek Vakfı Belde Lisesi'nde okumuş, liseyi Haydarpaşa Anadolu Lisesi'nde bitirmiş, sonrasında Kocaeli Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünü ikincilikle tamamlamış ve 2 yıldır da Nortel Netaş firmasında çalışan bir mühendistir. İş dışındaki özel hayatında ise ailesi ve web sitesi ile vakit geçirir, maçlara gider, sporun her dalını sever, TV izler, PS oynar, bol bol dergi okur diyebiliriz.

2-) Salsabasket'in kurulumunu anlatır mısın? Sende herkes gibi Aceto'dan mı özendin?

6. Adam dergisinde yazıyordum, çok da keyif alıyordum. Dergide her yazımın altında mail adresim olduğu için TBL ile ilgili yazılarımı takip eden 15-20 kişilik kemik bir grupla sürekli mailleşirdik, o ayki yazıları eleştirirdik, bir dahaki ay neler yazabileceğimizin fikir alışverişini yapardık. Sonra dergi kapanınca bu kemik gruptan 'Ne olursa olsun bir yerlerde yaz' şeklinde baskı yedim fazlasıyla. Ama yazacak yer yoktu. Herhangi bir gazete ya da o vakit piyasada kalan, can çekişen 2 basketbol dergisinin (Slam & NBA Türkiye) kapılarını çalacak halim yoktu sonuçta, yazılarımı beğenen varsa bir şekilde 'Gel, bizde yaz' teklifini bana iletir diye düşündüm. Ama öyle bir şey olmadı. Ben de Aceto ve onun rüzgarıyla açılan bir sürü yeni futbol blogundan esinlenerek, hem de yazılarım derli toplu bir yerde durur mantığıyla açıverdim Salsabasket'i. 1 Mayıs 2008 tarihine denk düşüyor ilk postum.

3-) Bu kadar tutacağını tahmin edebiliyor muydun o zaman?

Açıkçası blogu açarken aman patlama yapsın, aman ses getirsin, hergün binlerce ziyaretçi gelsin diye bir düşüncem yoktu. Hatta günde 100 kişi sınırını geçtiğimde, galiba düzgün bir iş yapıyorum diye düşünmeye bile başlamıştım. Şimdi sitenin geldiği noktayı bilenler için çocukça gelebilir bu düşünce ama gerçekten böyleydi.

4-) Başka takip ettiğin bloglar var mı, futbol olsun basketbol olsun?

Olmaz olur mu hiç? Sporu bloglardan takip ediyorum artık, çok da keyifli oluyor. Yeni yüzler, özgün ve çok daha kaliteli yazılar.. Blogları keşfedememiş insanlara yaşamıyor ya da hayatın tadını almıyor gözüyle bakabilirim ciddi anlamda. Tek tek blog isimleri saymaya kalkışsam kesin atlarım birilerini, mahçup olurum. Ama emin olun ki günümün 2 saatine yakını blog okumakla geçiyor, tüm spor bloglarını takip ediyorum diyebilirim, hepsinden öyle ya da böyle haberim var.

5-) Sadece TBL'i mi takip ediyorsun? Avrupa Basketbolu ve NBA?

TBL ilk göz ağrımdır, ölene kadar da öyle kalacak. Seviyorum ben bu ligi. Herşey dört dörtlük, herşey planlı programlı ve herşey süper gitmese de memleket basketbolu sonuçta. Bizi yansıtıyor, bizden izler taşıyor, bırakamıyor insan bir kere tutuldu mu. Bir de istediğin anda istediğin insana erişebilme gibi büyük bir lüksü var ki bu da sanırım benim için en keyifli yanı. Nostaljisini ayrı, şimdiki zamanını ayrı seviyorum. Ne denli nostalji manyağı olduğumu az çok biliyorsunuz zaten siteden. Avrupa Basketbolu'nu takip etmeme gibi bir durum olamaz basketbol yazacağım diyen bir adam için. Her ligi didik didik etmem ama Avrupa kıtasının en büyük organizasyonu olan Euroleague'i kaçırmam, izlerim, basketbol orada oynanıyor zira. NBA ise biraz daha geri planda bu ikiliye göre. Çocukluğumda basketbola onlar sayesinde tutunduysam da zamanla koptum oradan biraz. Yine de takımlardaki gelişmeleri bilirim, kim nereye geçti takip ederim ama konsantrasyonumun çoğunu Play-Off zamanlarına saklarım. Gerçi çocukluğumuzun Chiacago - Utah ve Chicago - Seattle final serileri gibi uyandığına değecek seriler olmuyor şimdilerde ama o Play-Off zamanı biraz daha konsantreyim diyebilirim NBA için.


6-) Bu TBL'deki "her sene revizyon" olayını nasıl buluyorsun? Özellikle Galatasaray ve Beşiktaş her sene yabancıları değiştiriyor? Bunda futbola verilen önemin ve para akışının basketbola verilmemesinin payı ne kadar?

1996 yılından beri G.Saray formasını iki yıl üst üste giyebilen tek bir yabancı var. O da Sherron Mills. Bu olay bile kafidir durumun vehametini anlatmak için. Beşiktaş'ta da durum farksız. Orada da sürekli olarak bir sirkülasyon var. Sirkülasyonun her türlüsüne karşı değilim yalnız. Mesela Karşıyaka'da da var yabancı sirkülasyonu ama onların misyonu farklı. Kolejden oyuncuyu alıyor, parlatıyor, 1 yıl sonra tepe takımlara satıyor, hem her yıl farklı bir yıldız bulup getirebilme maharetini ortaya koyuyor, hem de az veya çok kasasını dolduruyor. Başarı için plana programa çok önem veriyorum ben ve tepeye oynuyorum diyen takımları bu derece plansız programsız gördüğüm zaman da biraz sinirleniyorum açıkçası. Florya'ya Sherron Mills'in heykelinin dikilmesi için kampanya başlatmayı düşünüyorum ciddi ciddi.

7-) Tanjevic hakkında neler düşündüğünü az çok biliyoruz da, gidiyor mu hakikaten? Bana da öyle bir duyum geldi ancak şu an somut bir adım atılmadı.

Aragones'e benzetiyorum Tanjevic'in mevcut durumunu. Başarının gelmeyeceği, gelse bile bunun sevgisizlik ortamında hiçbir anlam ifade etmeyeceğini göre göre boşa vakit kaybıdır bu. Ya da tadı kaçmış bir sakızı ağızda hala cak cak çiğnemektir. Tanjevic gidecek mi? Gidecek. Somut bir adım atılmasa da, kulübün resmi sitesinden Tanjevic takımın başındadır şeklinde yalanlamalar yapılsa da gidecek. Gönderilmeye çalışılıyor, yönetimle hoca arasında görüşmeler yapılıyor sonuçta. Gitmiyorsa, o görüşmelerden tazminat namına bir uzlaşma çıkmıyor, ya da takımın başına geçtiği sırada arka planda sahneye konan oyunların benzerleri oynanıyor demektir. Tazminat için şöyle bir önerim var benim: Her F.Bahçe'li 1 Euro versin kampanyası. Hem kimsenin bütçesini sarsmaz, hem de taraftarın isteği gerçekleşmiş olur. Hoş şu tazminat olayını da hiç anlayamıyorum ya neyse. Aragones'i getirebilmek için yüklü bir tazminat maddesini sözleşmeye koyma olayını anlarım, adam öyle veya böyle 2008 Avrupa Şampiyonu falan filan ama Tanjevic gelsin diye yüklü bir tazminat maddesi koymak ne demektir bunu çözemiyorum. Adam gelmek için gözünüze bakıyor, binbir alavere dalavere ile Aydın Örs harcanıyor, sonunda insanlar amacına ulaşıyor. Daha neyin tazminatı bu?

8-) Kim gelecek peki Tanjevic giderse? Aydın Örs coach'luk dışında bir görevi kabul eder mi? Mahmudi dışında temasta olunan isimler var mı?

Aydın Örs & Oktay Mahmuti ikilisi gelecek diye duydum ben. Onun dışında ekstra bir isim bilmiyorum açıkçası.

9-) Galatasaray'da yaşanan skandalı baştan bir alabilir miyiz? Sonuçta bu olayı ortaya çıkaran blog olarak seninki gösteriliyor.

Olayı ortaya çıkartmak biraz fiyakalı bir itham oluyor açıkçası, sevmiyorum onu. Olayın ortaya çıkışında (kendi sitemde de yazdığım gibi) aslan payı Oyak Renault kulübünündür. Kulüp başkanı Alpay Şar ve menajer Sabri Can önderliğinde tüm staffın bu başarıda payı var. Başarı diyorum zira ortada Türkiye Basketbol Federasyonu'nun kandırılması durumu, TBF'nin Renault'nun itirazına yalan yanlış bir ret cevabı verişi, evrakta sahtecilik gibi korkutucu durumlar var. Ve bunun ortaya çıkarılması büyük bir başarıdır bana göre. Ben Renault'nun ilk itirazından önce başlamıştım bu olayı kaşımaya. Önce 5 maç ceza nasıl çekildi sorusuna yanıt aradım, menajer Mert Uyguç'tan Almanya sonrasında Belediye ve Yeşilyurt ile iki maç alındığı ve cezanın bu şekilde çekildiği yanıtını aldım. Sonra bu iki maçtan şüphelendim, öyle ya ne bir haber, ne bir istatistik, ne bir skor, hiçbir yerde hiçbir şey yayınlanmadı. Ama MHK'den bu maçlara hakem atandığı ve maçların oynandığı bilgisini alınca kendi adıma kapattım durumu. Sonra Renault cephesinden Cemal'in Almanya'da aslında oynadığı ile ilgili bir bilgi aldım ve tırmalamaya tekrar başladık. Sonrasında resimler bulundu, videolar bulundu, istatistik kağıtlarında Tufan'ın içine Cemal kaçtığı anlaşıldı ve olaylar patladı.

Kimileri de bu işin F.Bahçe Ülker maçı sonrasına denk gelmesini planlı olarak zannediyor ya hala, asıl ona gülüyorum. Maç bitti, pazartesi bana bilgi geldi, Salı akşamı resimler bulundu, Çarşamba öğlen resimler benim bilgisayarımdaydı, sonrasında da yayınlandı zaten. Bu aralar konusuzluktan basketbol konuşmaya başlayan Telegol ekibinden Gökmen Özdenak Aziz Yıldırım'ı suçladı bu konuda. Kesin onun parmağı var diyerekten. Sonra geçen gün Mehmet Cansun da onun türevi bir açıklama yaptı. Gülüyorum sadece. Madem öyle beklerdi, devre arasında çıkartırdı F.Bahçe Ülker ne olacak? 15 maç hükmen yenilgi alırdı G.Saray. Daha temiz iş olurdu.

10-) Cezaları nasıl buluyorsun? Genel görüş olan Galatasaray'a normal Kinsey'e az ceza verildiğine katılıyor musun?

Teknik heyete verilen cezaların hiçbirine üzülmem. Az bile yapmışlar. Büyük bir şark kurnazlığı bu zira. Nasıl bir cesaret, çözemedim. Okan Çevik milli duygular falan diyor ama milli duygular ne zamandan beri evrakta sahtecilik yaptırtıyor diye sorarlar adama. Yiğiter abi olaya başka bir açıdan bakmıştı geçen gün, sakatlar çok olunca ulan kalkıp da 30-40 fark yersem işimi kaybeder miyim diye düşünmüş olabilir dedi Okan Çevik için. Mantıklı geldi düşününce. Ama hadi o 2 maçta oynattın, adam cezasını tamamlasın diye gelip Belediye ve Yeşilyurt ile iki uyduruk maç alana kadar 4 tane al öyle çektirt. Madem elinde hazırlık maçlarında bu cezayı eritme gibi bir lüks var, kullan onu adam akıllı. Yok yok kabul edemiyorum hiçbir şekilde. Açıklama falan da yapmasınlar, çünkü mantıklı bir izahı yok bunun. Kapanıp evde otursunlar bir süre.

Oyunculara verilen cezalara ise üzüldüm açıkçası. Özellikle Tufan'a verilen ceza tam bir komedi. Tufan'ın suçu ne ise tüm takımın da suçu odur. O zaman tüm takıma versinler dörder ay ceza. Yalana ortak olmaksa hepsi oldu, bu olayın karar merciileri değillerdi hiçbiri ama gizlenmesine de göz yumdular. Bu kanaldan girip 4 ay ceza alıyorsa Tufan, bence tüm takım almalı.

Kinsey'nin cezası komik. Sadece komik. Mirsad ve Haislip sahada yumruklaşmışlardı, 9 maç ceza almıştı her iki oyuncu da. Karşıyaka maçında taraftardan gelen çakmağı tribünlere geri yollayan Gaines 2 maç ceza almıştı. Bu olaylarla kıyaslayınca ortada standart bir tutum olmadığı net bir şekilde görülüyor. 2 maç nedir yani?

Bu arada kulübe verilen cezalarda bir indirime gidilecektir diye düşünüyorum. En azından -5 puan olayı tahkimden döner, kanımca.


11-) Galatasaray'ın yeni teknik sorumlularını nasıl buluyorsun? Yapılması gerekenler yapılmaya başlandı mı? Bundan sonra neler yapılmalı?

Gerekenler yapılmaya başlandı mı kısmı için bir yorum yapamam (en azından teknik heyetteki insanlarla ilgili) ama kulüp olarak çok çabuk ve kendilerine yakışır şekilde kararlar aldıkları kesin. Özellikle Yiğit Şardan'ın istifası derslik. Anlayana tabii. Yeni gelen teknik heyet iyi midir kötü müdür bu yorumu yapamam dediğim gibi, ancak Nur Gencer ismi Turgay Demirel ile olan zıtlığından dolayı federasyona verilmiş bir mesaj da olabilir gibi geldi bana. Naçizane fikrimdir.

12-) Beşiktaş'ı nasıl buluyorsun? Fenerbahçe ve Efes Pilsen'in arasına girebilirler mi yoksa nefesleri mi yetmez.

Kesinlikle bu yıl çok pozitif basketbol oynuyorlar. Efes Pilsen'den de F.Bahçe Ülker'den de iyi oynuyorlar. Efes maçında strese yenildiler, özellikle Cevher ve Chatman çok stresliydiler. Aliağa deplasmanında ise Chatman stop edince istediklerini uygulayamadılar. Ben keyif alıyorum onların basketbolunu izlerken. Şampiyonluk yolunda arka planda kalabilirler ama seyirci arkalarında olduktan sonra normal sezonu ilk 2 sırada bitirip, bir final oynama sürprizini de gerçekleştirebilirler, neden olmasın.

13-) Efes final four'un önemli adaylarından biriydi sezon başında. Bu görüşe katılıyor musun?

Final-Four oynamak öyle çok da kolay değil açıkçası. Olympiakos, Panathinaikos, Siena, Barcelona, Real Madrid, Maccabi gibi takımları öyle milyon dolarlar harcayarak geçemezsiniz. Adamlar ciddi anlamda önem veriyorlar bu işe, plan program olayı had safhada. Ben şahsen ne Efes Pilsen'i ne de F.Bahçe Ülker'i o seviyede görmüyorum. Bu yıl da Final-Four oynamaları gibi bir beklentim yok şahsen. Acı ama gerçek.

14-) Senelerdir Fenerbahçe'nin final8 oynaması dışında bir başarımız bulunmuyor. Bunun sebepleri neler?

Türkiye'nin Dünya üçüncüsü olduğu zamanki eleştirilere benzeyecek belki ama F.Bahçe Ülker'in son 8'e kalma başarısı da güzel bir kura şansıydı yani. Yoksa o kadar az galibiyetle son 8 oynatmazlar adama. Ama oynandı mı? Oynandı. Ve hatta bunu da Tanjevic mi yaptı? Kağıt üstünde evet. :)

15-) Bir yerde fanatik olmasan da Lakers'a sempati duyduğunu görmüştüm sanki, doğru mu hatırlıyorum?

Fanatiklik çok kalır belki ama sempati de az kalır yani Lakers ile ilgili duygularımın tarifi için. Küçükken renklerin benzerliğiyle başladıydı aşkımız, hala da sürüyor. Ne olursa olsun Lakers abi. Lakers olsun çamurdan olsun. Ne demişti zamanında NBA TV'de maç yorumculuğu yaparken Mete Aktaş: 'Bu formanın hakkını vermeleri lazım'. Budur tam karşılığı. Hakkı verilmesi gereken bir formadır Lakers forması. :)


16-) Basketbol dışında futbol da izler misin? Fenerbahçe dışında takip ettiğin takımlar var mı?

Basketbolu izlediğim kadar futbolu da izlerim. Sıkı F.Bahçeliyim, gizlemiyorum. Ama basketbolda değil, futbolda. Basketbolda ligin tamamına aynı uzaklıktayım. Bunu zaten sitede her takıma eşit yer vererek, takım gözetmeksizin her türlü analizi, haberi yayınlayarak sağladığımı düşünüyorum. Yeri geliyor F.Bahçe yönetimini eleştiriyorum, yeri geliyor Tanjevic'i yerden yere vuruyorum, bir bakmışsınız G.Saray'ın skandalını yazıyorum, sonra kalkıp Beşiktaş'ta oyunculara paraların ödenmeyişine şaşırıyorum, gidiyorum Murat Özyer'in Telekom'da da aynen devam edişine bir eleştiri yolluyorum. Ama bir bakıyorum F.Bahçeli olmakla, bir bakıyorum G.Saraylı olmakla, bir bakıyorum Beşiktaşlı olmakla suçlanıyorum. Takmıyorum kafamı pek bunlara. İçinde küfür olmadığı sürece benim hakkımda yapılan her türlü itham dolu eleştiri mesajını da yayınlıyorum blogda. İnsan herkesi kendi gibi bilirmiş teziyle avutuyorum kendimi.

17-) Mutlaka PS oynuyosundur. 2K serisi mi yoksa Live serisi mi? Bunun dışında oynadığın oyunlar var mı?

PS oynamayan var mı yahu? :) 2K serisini tek geçiyorum izninizle. Onun dışında ben öyle stratejiymiş, maceraymış, oymuş buymuş sevmiyorum pek. Spor oyunu oynuyorum, PES, FIFA, NHL, Virtua Tennis. Sporcu adamı bozar gerisi. :) A bir de Guitar Hero. Dehşet.

18-) Onun dışında özel hayatında neler yaparsın? Nişanlandığını görmüştüm blogunda, burdan da kutlayalım bu arada. :)

Eyvallah sağolasın. Nisan 2010'da düğün var kısmetse. Özel hayat şu sıralar ev arama, eşya bakma gibi klasik dönemeçlerden dönmekle geçiyor. İş, Salsabasket, evlilik hazırlıkları, ailem, nişanlım, arkadaşlarım, basketbol maçları, dergi & kitap, PS3, gezmek tozmak. Şimdilik bu kadarını sığdırabiliyorum hayata.

19-) LA Gencoları hakkında ne düşünüyorsun? Neler yapmalıyız? Bir önerin var mı?

Tarz gayet güzel, yazılar da özgün ve keyifli. Lakers özlemimi giderdiğim, takip ettiğim bir blog. Öneri olarak ne verebilirim? Şu klasik Blogger temasından sıyırabilirsiniz belki blogu. Nette bir sürü tema var Blogger için, başka bir boş blog üzerinde yapılacak ufak bir iki denemeyle daha da agüzel bir dizayn sahibi olabilirsiniz. Çoğu blogger arkadaşıma aynı tavsiyeyi veriyorum bu aralar, değişiklik hoşuma gidiyor. Birçok blog bu yola başvurdu zaten bu aralar. Çok da güzel oldu.

20-) Çok teşekkür ederiz Anıl abi hem samimi cevapların için hem de teklifimizi kabul ettiğin için. Çok keyifliydi.
Mutlu ettiniz, eyvallah.

20 Kasım 2009 Cuma

Spekülatif Tarih #6


Yine Osmanlı'dayız bu yazıda. Almanya'nın ekonomi dengesinden sonra yine Osmanlı'dayız Yıldırım Beyazid dönemine gidiyoruz. Ankara savaşına...

Hani şu 3. kez Anadolu Türk Siyasal birliğinin bozulduğu savaşa. Savaşın nedeni aslında çok ilginç. Birbirlerine yazdıkları "tahrik içeren" mektuplar. Timur'un topraklarını fethettiği Karakoyunlu hükumdarı Kara Yusuf Osmanlıya sığınınca Timur ile Beyazid'in arasında mektuplaşmalar başlar. Mektuplaşmaları şöyle bir özetlemek gerekir;

Öncelikle Timur Kara Yusuf ve ailesinin bir an önce sınır dışı edilmesini ya da öldürülmesini istemiştir. Bunu emr-i vaki sayan Bayezid sert üslubuyla olayların ilk ateşleyicisi olmuştur. Sonuç olarak Timur elçi bile yollamıştır. Ancak savaş çıkacak olmasından tedirgin olmasına ve direk "atar" yapmasına pişman olan Bayezid buna rağmen geri adım atmamıştır. Hatta mektupların sonunda olay hakarete kadar dayanmış ve Bayezid Timur'a topal olduğunu dalga geçerek hatırlatmıştır. (Ha bu arada Timur hakikten topaldır.)

Bu mektuplardan sonra kayış kopmuş ve Timur da geri adım atmaktan vazgeçmiştir. Bu dönemden sonra Timur yavaş yavaş ilerlemeye başlamıştır. Herkesin olayın direk Çubuk Ovası'nda geçtiğini sanmaktadır ancak işin aslı böyle değildir. Timur Sivas'a geldiğinde Bayezid haber almıştır ve hemen yola koyulmuştur. Ancak Bayezid İstanbul'dan Sivas'a giderken yani Sivas'ın üst tarafından gelirken Timur'un ordusu da Konya tarafından (yani Sivas'ın aşağısından) Ankara'ya geçmiştir.

Aynı zamanda Timur ordusunu 4 gün boyunca o ovadan dinlendirmiştir. Ayrıca çok büyük bir avantajı ise su kaynaklarını arkasına almasıdır. Bir düşünelim, ovada savaşıyorsunuz aylardan yaz zaten çok sıcak. Onun üstüne ovada savaşıldığı için bir toz demeti. E bir de üstlerinde zırhlar falan. Aman aman. O askere su götürmezsen savaşması çok zor olacaktır. Osmanlı'da ise durumlar tam tersidir. Asker yürüyerek Sivas'tan Ankara'ya gelmiş ve sadece 3-4 saat dinlenmiştir. Bu su olayının önemine tekrar vurgu yapmak gerekirse sırf savaşlarda askerlere su taşıyan (bir ismi vardı ancak unuttum şu an) birliklerin olduğunu belirtmem gerekir.

İşte savaş bu şartlarda başlamıştır. Timur 2-0 öndedir yani daha savaşın başında. Bununla birlikte savaşı kazanmış ve Bayezid'i de esir olarak almıştır. Oğulları Çelebi Mehmet ve Musa Çelebi ise kaçmayı başarmıştır. Bayezid esir olduktan sonra Timur ona harika bir teklif sunmuştur. Hem vezir-i azamı olmasını hem ordularının komutanı olmasını önermiştir. Hatta bende senden üstün olmam, ülkeyi beraber yönetiriz diye teklifi genişletmiştir. Bayezid ise bu teklifi kabul etmemiştir Osmanlı'yı satmam diyerek. Bunun üstüne Timur esir Bayezid'i bütün halkın arasında zincirli bir şekilde dolaştırmıştır.

İşte buradan sonra iki tane rivayet vardır. Bunlardan ilki Timur'un bu dönemden sonra Bayezid'i esir olarak yaşattığı ve onurunu ayaklar altına aldığıdır ikincisi ise onu bir padişaha yakışır şekilde adeta misafir ettiği, onurunu ayaklar altına alma meselesi ise bu durumda sadece zincirle halkın içinde geçirmeyle kalmıştır. Ki bu bile o büyük padişahın yüzüğündeki zehiri içip intihar etmesine yetmiştir.

Röportaj | Anıl Aksaç


TBL deyince Türkiye'de akla gelen ilk isimlerden biri olan ve hepimizin Salsa Basket'ten tanıdığı Anıl Aksaç ile hem gündeme dair hem kendisine dair bir röportaj gerçekleştireceğiz. Orkun Çolakoğlu röportajında olduğu bu röportajda da sorularınızı bekliyoruz. Takipte kalın.

17 Kasım 2009 Salı

Geçmişten Kareler #18



Herkes Saraçoğlu'nda yaptığı gol sevinciyle hatırlayacaktır onu. İyi forvetti, hava toplarında iyiydi falan filan... Türkiye'de futbol oynamasına izin verilmeyen adam Yunanistan'da oynarken kalbine yenik düştü. Aslında tam tersi olsa hiç birimizi şaşırtmazdı herhalde, bilmiyorum haksızlık mı ediyorum. Yolları Türkiye'den geçen iki "efendi" adamın vefatı son derece üzücü. Allah ailesine ve sevenlerine sabır versin.

13 Kasım 2009 Cuma

Spekülatif Tarih #5


Hep Osmanlı'dan mı gideceğiz, biraz da yakın tarihe dönelim. Hem de bizimle bağlantılı olmasına rağmen başka bir ülkeye çevirelim; Almanya'ya. Versay antlaşmasını bilirsiniz, bizim için Sevr neyse onlar içinde Versay o dur. Yani kaybedilen devletlerin anasını ağlatan antlaşmalar. Bu antlaşmalarla ülkeyi mahvetmenin iki yolu vardır birisi topraklarını paylaşmaktır ki bu Türkiye'nin başına gelen. İkincisi ise tahmin edilemeyecek kadar tazminat. İşte Almanya'ya bunu yaptı itilaf devletleri, 1921 yılı şartlarını düşünerek 56 "milyar" doları kafanızda bir tartın.

Bu rakam o kadar büyük bir rakam ki, Almanya ekonomisi çöktü. Ülkede hiper enflasyon ortaya çıktı. Alman markı o kadar değersizleşti ki yaklaşık 50 bin mark 1 dolara denk gelmeye başladı. İşte işin spekülatif kısmı bundan sonra başlıyor; 1.si Amerika'nın dalga geçmek amacıyla Alman sınırlarında para taşıyan bir uçak dolusu Mark'ı bıraktığıdır. 2. ise çok daha ilginç. Alman parasının ne kadar değersizleştiğini gösteriyor. Almanlar o dönemde ekmek almaya bile içi para dolu sepetlerle gidiyorlar. Hele 1 kilo etin o zamanki değeri var ki (tam sayıyı hatırlayamadım) aman aman.

İşte zaten bu antlaşma Hitler'in ve Nazi partisinin çıkışı olarak kabul edilir. Hatta şu anda bile Almanya'da bu antlaşmayı yapanlara "hain" olarak bakılır.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Spekülatif Tarih #4


Bugün yine Osmanlı Devleti'nden ve yine Yükselme Devri'nden bir hikaye var. Sokollu (Sokullu değil dikkat!) Mehmet Paşa'yı bilmeyen yoktur herhalde, Osmanlı tarihinin en büyük vezirlerinden biridir. Vezirlik görevi Kanuni Sultan Süleyman'ın son dönemlerinde başlayan ve Kanuni'nin arkasından II. Selim ve III. Murat'a da vezirlik yapmıştır bu 2 metrenin üstündeki dev vezir.

Bu yazı da yine bir yanılmadan bahsedeceğim sizlere, bu dönemde yaşanan. Bilirsiniz okullarda hep "Osmanlı'nın kasası yükselme devri'nde ağzına kadar doludur" diye okutulur. Ancak işler gerçekte öyle değildir. Yani en azından bu genellemeyi dönemin tümüne yaymak doğru olmayacaktır. Doğru Fatih ve I. Selim (Yavuz) dönemlerinde yapılan fetihlerin arkasından alınan ganimetlerle olsun, ticarete verilen önemle olsun Osmanlı Hazinesi gerçekten ağzına kadar doludur.

Hemen araya hikayenin en büyük kahramanlarından biri olan Kanuni Sultan Süleyman'ı sokuyorum. Kendisi Osmanlı tarihinin belki de en şanslı padişahlarından biridir. Şöyle ki kendisi hem Yavuz Sultan Selim'in tek oğludur ve asla tahta çıkmak için mücadele vermemiştir, yani ne öldürülecek bir abisi ne de kardeşi vardır. Ayrıca devleti aldığında hakikaten devletin kasası ağzına kadar dolu, sınırlarda oldukça gneiştir. Yani bir eli yağda, bir eli baldadır Kanuni'nin... Kendisi de sürekli olarak Avrupa'ya seferler düzenlemiştir, bu pratikte iyi bir şey olarak gözükse de ekonomiye oldukça zarar vermiştir. Tabii kolay değil onlarca askerin, büyük baş / küçük baş hayvanın karnını doyurmak, onlara kalacak yer sağlamak... Eh böyle olunca da ağzına kadar dolu aldığı hazine, tam takır olarak kalmıştır II. Selim'e.

İşte olay burada başlıyor. Cülus bahşişini bilirsiniz padişahın tahta çıkışından sonra Yeniçerilere dağıttı bahşiştir. II. Selim cülus bahşişi dağıtacaktır tahta geçtikten sonra ancak dağıtılacak para bulunamamıştır. İşte burada ortaya Sokollu çıkmış ve cülus bahşişini dağıtmak adına kaftanını satmıştır ki vezirliğin en büyük simgelerinden biridir bu kaftan. Tarihimizde böyle yanılgılar var maalesef. Doğru aktarılmayan, genellenen olaylar... Ancak böyle hikayeleri dinlemekte oldukça güzel oluyor, en azından kendi adıma.